frankofonlar, anglofonlar ve diğerleri

toronto”lular kendi şehirlerini pek severler, laf ettirmezler. dünyanın belli başlı büyük / güzel şehirlerinden biri olduğunu iddia edecek kadar ileri giden kendini bilmezlerde yok değil. siz bu basit gerçeği bilmeden toronto hakkında olumsuz görüş beyan etme gafletinde bulunursanız da “like new york” kelimelerini defalarca duymanız işten değildir. şahsi kanaatimi sorarsanız (ny”yi hiç görmedim) şöyle derim :

ne alakası var efendim, ama bırakın çocuklar öyle bilsin, öyle mutlular nasılsa“…

kent dediğin bir kimliğe sahip olmalı, kendine has bir kokusu, kendine özgü bir rengi olmalı. tarihi olmalı, hem tarihi ile kolkola, hem de yeniliklere açık olmalı. peki bu kuzey amerika coğrafyasında “var mıdır böyle bir kent” sorusuna “evet” cevabını verebilmek için ille de montreal”i görmek gerekiyor.

toronto ne kadar düz bir coğrafya üzerine kuruluysa, montreal bir o kadar engebeli bir alan üzerine kurulu. toronto ne kadar kimliksiz ve kişiliksiz ise, montreal o kadar kimlik ve kişilik sahibi. toronto ne kadar griyse, montreal o kadar renkli. toronto ne kadar insanı boğuyorsa, montreal o kadar insanın içini açıyor. listeyi uzatmak elbette mümkün ama hani “birbirlerinin tam zıddı iki şehir” demek aslında yeterli. tarihi, kültürü, dili ve burada yaşayanların “yaşam”anlayışı ile montreal size kendisinin en azından “bir kent” olduğunu ve size vaat edecek güzellikleri olduğunu hatırlatıyor.

“eski montreal” bölgesi ile tarihi, ev sahipliği yaptığı festivalleri ile sanatı, sokak gösterileri ile canlılığı, kafeleri ve restoranları ile yaşamı bir arada sunabiliyor.

bu kente dair ilk izlenimim; montreal”de frankofonlar, anglofonlar ve diğerleri (allofonlar) bir kent yaratmış, kendine ait bir kimliği ve kişiliği olan bir kent…

montreal üstüne yazacağız daha…

neşeli haftalar…

Tags: , , , ,

Yorum yap